İnsani Değerlerdeki Aşınma
İnsanlığın içine girdiği enformasyon çağı; sağlıktan eğitime, ticaretten üretime hemen her alanda önemli gelişmelerin yaşanmasına yol açıyor. Bilgi toplumu olarak da adlandırılan bu yeni dönemin temel karakteristiği, hızlı değişme ve hızlı gelişmedir. Hayatın hemen her alanında yaşanan bu hızlı gelişmeler, kuşkusuz çok çeşitli kolaylıklar, alışık olmadığımız rahatlıklar getiriyor. Bilgiye erişim hızı, bilgiyi izleme ve yayma hızı, ulaşımda yaşanan hız, hızlı iletişim kişisel ve sosyal hayata yansıyan teknoloji bu rahatlıklardan birkaçı. Ancak bu yazıda yeni dönemin beraberinde getirdiği bir olumsuzluğa dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Bu olumsuzluk insani değerlerdeki aşınmadır.
İnsani değerler ile anlatmak istediğimiz, toplumsal statüsü, eğitimi, ekonomik durumu, iş ve mesleği ne olursa olsun “insan” a saygı anlayışının bütün kaygıların üstünde ele alınması ve insan ilişkilerinin canlı tutulmasıdır. Bilgi toplumuna geçiş süreci ile insani değerlerdeki aşınma arasındaki ilişki dikkate değerdir. Ancak bilgi toplumuna geçişe işaret eden gelişmelerin çoğalmasına paralel olarak insani değerlerin aşınması, bu iki olgu arasında mutlaka sebep-sonuç ilişkisi olduğunu göstermez. Bununla birlikte hemen her gün şahit olduğumuz olaylar, gelişmeler, kişisel ve toplumsal eğilimler, insanlar arasındaki beşeri ilişkilerin son yıllarda giderek sınırlandığını gösteriyor. Komşular birbirine yabancı, aynı amaç için çaba gösteren iş arkadaşları geçimsiz, aslında insana saygıdan öte bir şey olmayan trafik kurallarına uyma sorunları çoğalıyor, aynı otobüsteki insanlar birbirlerine iltifat yerine çok kolay kavga edebiliyorlar. Büyüklere saygıyı bırakın bir kenara saygısızlık, yaşlılarla alay etme bazı gençlik kesimlerinde moda olmuş, iyi insan değil kötü insan olmak için çaba gösterir gibiyiz.
Hoşgörü olgunluğumuz giderek azalıyor. Kısacası insanlar insanlarla geçimsiz. Belki de bundan daha da önemlisi ise insanlar kendileri ile geçimsiz. Nitekim bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de psikolojik tedavi gören insanların sayısında beklentilerin üzerinde artış yaşanıyor. Kalabalıkların içinde kendini yalnız hisseden ve yabancılaşan insan sayısı giderek artıyor.
Kişiler arası ilişkilerde yaşanan bütün bu olumsuz gelişmelerin temel nedenlerinden birisi toplumsal hayattan bireysel hayata geçiş sürecinin yol açtığı “benlik” takıntısıdır. Belki de sözü edilen olumsuzluklarla başa çıkmak için bir kısım insanın “benlik” takıntısına girdiği de söylenebilir. Hızlı değişme ve gelişmelere uyum güçlüğü kişilerin kendi içlerinde çatışmaya, bu ise bireysel benliğin ya fazlaca önemsenmesine ve sonuçta egoizme neden oluyor. Ya da benliğin fazlaca bastırılarak kişinin kendini işe yaramaz ve değersiz hissetmesine, yani bireysel psikolojik sorunlara yol açabiliyor.
Amacımız kara bir tablo çizmek değil. Gözlemlerimiz, mutsuz, tatminsiz, umutsuz kendisi ve başkalarıyla barışık olmayan kişilerin sayısındaki artışın, endişe verici boyutlara ulaştığını gösteriyor. Nitekim konuyla ilgili bilimsel araştırmaların sonuçları da bu yöndedir. Belki de bu gelişmelerin bir sonucu olarak bütün dünyada dini eğilimler yeniden canlanıyor ve bilgi çağı bir anlamda manevi ilkelerin de şahlanmasına sahne oluyor.
Özellikle yoğun medya bombardımanının etkisi ile kişiliksizleşme tehlikesi ile karşı karşıya olan insanlığın manevi değerlere yeniden sarılması ve kendini yeniden bulma ihtiyacı, çağımızın en önemli ihtiyaçları arasında yer almaya başlamıştır. Kendini bulma bir anlamda diğer insanlarla ilişkiler ve insani değerlere bağlıdır. Kendini bulacak ve yeniden keşfedecek insani değerlerin korunması ise çaba gerektirir. Akıl gözü ile yetinmeyip gönül gözünü de harekete geçirmek gerekir. Düşünce ve eylemle yetinmeyip iç derinliğe sahip olmak gerekir, insani değerlerin canlı tutulması yolunda yeri geldiğinde “hiç”liğin dayanılmaz hafifliğini, güzelliğini görebilmek, yaşayabilmek gerekir. Sohbetimiz sırasında değerli bir büyüğümüz Hayati Köse Bey’in vurguladığı gibi korku, umut ve sevgi üçgenindeki sacayaklarının eksik olmaması gerekir. Diyalog köprülerinin açık olması gerekir. Ne olur zaman zaman zaman kendimizden hareket edebilsek, yetersizliğimizi kabullenebilsek.
Bilgi toplumları arasındaki yerimizi almamızda insani değerlere sıkıca sarılmamızın önemli bir rolü olacağı unutulmamalıdır. Nitekim 21. yüzyılın gerektirdiği gelişme ve dönüşümün dinamiği “insan”dır.
Kaynak: Dr. İlhami FINDIKÇI
Yorum Yapılmamış